Kalıcı Kriz Hâli
Giriş
Yaz tatili sayılabilecek bir aranın ardından tekrar merhaba! Tuhaf Gelecek’in yazın büyük kısmını bulan sessizliği büyük anlamda kişisel yoğunluğumun ve bu bülteni tam olarak nasıl bir formatta keyif alarak devam ettirebileceğim üzerine düşünmek için vakit ayırmak istememin bir sonucuydu. Şu anda içime sinen bir formatı kurmuş gibi hissediyorum, umarım sizler de keyif alarak okumaya devam edersiniz.
Bu bültenle birlikte göreceğiniz format, iki haftada bir Cuma günleri sizlerle buluşacak. Bir ana başlığa dair derinlemesine bir yazı ve ardından daha farklı perspektifleri keşfetmenizi sağlayan beş tavsiyeden oluşan bu bültenlerde önümüzdeki geleceklere dair daha güncel konuları ele alacağız. Bunun yanında ayda bir hazırlayacağım bir ek sayı daha olacak ama sürprizi bozmamak için şimdilik gizli tutuyorum.
Umarım son görüşmemizden bu yana sizler de iyisinizdir.
Kalıcı Kriz Hâli
Geçtiğimiz bir hafta boyunca özellikle ülkemizin dört bir yanında devam eden orman yangınları ve sel felaketleri ile büyük anlamda neye uğradığımızı şaşırdık. Bu doğal felaketlerin etkisi giderek büyürken buna karşı ne kadar hazırlıksız ve umursamaz olduğumuzu görmek ise birçoğumuzu daha da karamsar bir noktaya itti. Bu hazırlıksızlık ve umursamazlığın arkasına baktığımızda ise gerçeklerden, özellikle de iklim krizi gerçeğinden, kopuk bir yaklaşımın olduğunu açık bir şekilde görüyoruz.
Bütün bu yaşananlar ve beraberinde dünyanın geri kalanından aldığımız haberler (Akdeniz’de ve Kuzey yarımkürenin diğer bölgelerindeki yangınlar, Sibirya yangınlarından çıkan CO2’nin kutup bölgelere yükselmesi…) aslında büyük bir kesimin görmek istemediği bir şeyi bize söylüyor: iklim krizi artık bir gelecek senaryosu değil, günümüzün bir gerçeği. Şu anda yaşadığımız acıların ve felaketlerin bu kadar büyük bir boyuta ulaşmasının sebebi de bunu kabul etmemek konusundaki ısrarımız.
Günümüz koşullarına ve trendlerine baktığımız zaman kaçınılmaz olarak iklim krizinin ve onun getireceği felaketlerin giderek daha da sertleşeceği ve ağırlaşacağı bir dünya ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Yangınlar, seller, kuraklık gibi görünürde doğal olan afetler; giderek daha fazla canlı türünün soyunun tükenmesi ve dünyanın kimi bölgelerinin insan yaşamı için imkansız hâle gelmesi; bu dönüşümlerin getireceği yeni salgın hastalıklar, göç dalgaları ve çatışmalar bu koşulların aynı şekilde devam etmesi durumunda maalesef karşı karşıya kalacağımız gerçekler. Yapılan her araştırma ve akademik çalışma, bu ihtimallerin giderek daha da gerçeğe yaklaştığını gösteriyor.
Her ne kadar iklim krizi artık hayatımızın bir parçası hâline gelmiş olsa da bu geleceği değiştirmek ve sonuçlarının etkisini en aza indirmek hâlâ teorik olarak mümkün. Teorik olarak diyorum, çünkü gerçekten büyük adımların atılması gerekiyor. Günümüz koşulları ise bu konuda umutlu olmayı zorlaştırıyor.
Bugünden itibaren dünyaya, siyasete ve yaşamlarımıza bakışımızda köklü değişimlere ihtiyacımız var. İklim krizinin aciliyetini anlayıp onu kalıcı bir kriz hâli olarak görmemiz ve atacağımız her adımı da buna göre tasarlamamız gerekiyor. Geleceğe dair üretilecek her tasarı ve plan, olabilecek en kötü sonuçları düşünüp bunun olmaması için ne yapmamız gerektiğine odaklanarak ilerlemeli.
Bu da günümüz ekonomik ve siyasi perspektiflerinin tamamen alt üst edilmesi ve bu küresel sorunu aynı şekilde çözecek bir yaklaşım üretilmesi anlamına geliyor. Gelir adaletsizliği, ayrımcı yaklaşımlar ve toplumsal eşitsizlikler gibi toplumsal sorunlardan; petrol ve yeraltı kaynakları temelli, doğal kaynakların sınırsız olduğu kabulüyle hareket eden ekonomik yaklaşımlara kadar hepsinin çözülmesi için mücadele edilen bir yaklaşım olmalı. Yalnızca belirli bir grubu ya da ülkeyi değil, bu gezegendeki tüm canlıları ve ekosistemi de hesaba katan “insan ötesi” bir yaklaşımın benimsenmesi gerekiyor. Atacağımız her adımın bunları hesaba katması şart.
Bahsettiğim dönüşüm için her ne kadar bireysel çabalar değerli olsa da burada daha büyük kurumlara ve yapılara düşen sorumluluk çok daha büyük. Bizler yaşam tarzımızı dönüştürürken şirketlerin üretim biçimlerini, enerji kaynaklarını ve yaklaşımlarını değiştirmesi gerekiyor. Her yıl yeni teknolojiler üretmek yerine daha uzun ömürlü ve sürdürülebilir üretim gibi. Devletlerin ve yerel yönetimlerin ise politikalarını ve işlerini tamamen yeni bir yaklaşımla ele alması gerekiyor. Yaşadığımız şehirlerin tasarımından ülkenin yatırım alanlarına, doğal kaynakların korunmasından iklim krizi kaynaklı felaketlere hazırlığa kadar önceliklerin baştan aşağı gözden geçirilip güncellenmesi gerek. Aksi takdirde bizlerin bireysel çabaları etkisiz kalacak, bu da hepimizin daha karamsar bir noktaya sürüklenmesine neden olacak.
Günümüzden bakınca bu imkansız gibi görünüyor olabilir. Özellikle de dünyanın her yerinde popülist ve içe kapanmacı otokratik liderlerin güçlerini korumaya, az sayıda zenginin ve dev şirketin canının istediğini yapmaya devam ediyor olması pek de umutlandırıcı bir ortam sunmuyor. Üstelik karşımıza çıkan her felaket karşısındaki umursamaz tavırlar da bu konuyu kimsenin ciddiye almaya niyeti olmadığı hissini veriyor. Tüm bunlar da zamanımızın giderek azalmasına neden oluyor.
Bu yüzden giderek daha fazla insan “iklim krizi” yerine “iklim acil durumu” (climate emergency) tanımını kullanıyor. Çünkü elimizi çabuk tutmamız gereken bir noktaya geldik. Bu aciliyeti anlamamız ve buna uygun bir şekilde düşünmeye ve hareket etmeye başlamamız geleceğin nasıl bir şekil alacağını belirleyecek temel faktörlerden birisi olacak. Ya içerisine doğru sürüklendiğimiz felaketi kabullenip sürekli daha da kötüsüne doğru ilerleyeceğiz ya da şu andan itibaren daha iyi bir gelecek için yapabileceğimiz her şeyi yapıp bu krizi kontrol altına alacağız.
Yazdıklarım kulağa dramatik geliyor olabilir ancak şu anda tecrübe ettiğimiz büyük kırılmanın anlaşılır olması için böyle bir dilin gerektiğini düşünüyorum. Çoğu zaman gelecek üzerine konuşurken düştüğümüz hatalardan birisi sözü edilen geleceğin normal hâle geldiği andan başlamak oluyor. Aradaki dönüşümü, kırılma anlarını ve o geleceğin nasıl mümkün olduğunu düşünmeye vakit ayırmıyoruz. Bu da geleceğe bakışımızda bir körlüğe neden oluyor.
İklim krizi söz konusu olduğunda benzer kırılma noktalarından bolca bulabiliyoruz. Bu konuya dair ilk raporlardan, bir türlü uygulanmayan Kyoto ve Paris anlaşmalarına kadar birçok önemli anı kaçırdık. Ancak 2021 bizler için özel bir kırılma noktası anlamı da taşıyor. Hâlâ bir diğer doğal afetin hayatımızdaki etkileri yüzünden hassas oluşumuz ve diğer toplumsal faktörler ile birleşen bu felaket, bazı şeyleri daha iyi görebileceğimiz bir ortam yaratma potansiyeli taşıyor. Ancak mevcut güç sahibi gruplar bunun farkında olduğu için farklı dinamikleri ve propaganda araçlarını devreye sokarak bunun önüne geçmeye ya da o enerjiyi asıl sorundan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.
Tehlikeli bir dönemden geçtiğimiz aşikar. Ancak bu tehlikenin getirdiği haklı korku ve stresin düşünme ve eyleme geçme biçimlerimizi kontrol etmesine izin vermememiz gerekiyor. Refleksler çoğu zaman faydalı olsa da böyle zamanlarda atacağımız adımların nasıl dalgalara sebep olacağını ve bu dalgaların bizi istediğimiz geleceğe götürüp götürmeyeceğini hesaba katmamız lazım.
Unutmamamız gereken bir şey varsa, o da geleceğin her an değişme potansiyeli olduğu. Her an onlarca farklı gelecek potansiyeline doğru ilerliyoruz. Hangisine varacağımızı belirleyecek olan da bizleriz.
Beş Tavsiye
- Post-Growth Living: For an Alternative Hedonism — Kate Soper
- Ölmeyi Öğrenmek: Uygarlığın Sonu Üzerine Düşünceler — Roy Scranton
- How to Live in a Climate ‘Permanent Emergency’ — David Wallace-Wells
- Calling for a More-Than-Human Politics — Anab Jain
- Nuh Gibi Düşünmek — Foti Benlisoy
Kapanış
Bu bültenin sonuna geldik. Önümüzdeki günlerin bize neler getireceğini kestirmek zor ama üzerine konuşacağımız çok şey olacağına eminim.
Eğer Tuhaf Gelecek ile bülten dışında da iletişimde kalmak isterseniz aşağıda tüm seçenekleri bulabilirsiniz. Ayrıca yaşadığımız tuhaf zamanlar için bir soundtrack arıyorsanız sürekli güncellediğim bu playliste göz atabilirsiniz.
İki hafta sonra görüşmek üzere!