Albümk #9 – Makber - 10721
Müzik yapan biri, müziğinden bahsetmek ister. Evrensel midir bilmiyorum, ama İstanbul için böyle olduğunu tecrübe ettim. Müzisyenliğin Türkiye’ye dair her standarttan sapmasından kaynaklı olacak, teğet geçenlerin dahi kişiliklerinin inşasında bir temel kolonu oluverir müzik. Sadece müzik de değil, her türlü acayiplik, bu acayipliğin icrası, mümkünlüğünün herhangi bir kanıtı. Acayiplik yapıp para kazanmaktan söz etmiyorum bile ki bunun Türkiye’nin havsalasında bir dönümlük arazisi yoktur. Acayipliği başkaları yapar, başkaları bundan para kazanır, acayiplikle isim yapabilen biri Türkiye’nin ve tüm eğreti kimliklerinin üstüne çıkar. En iyi Fahir İz’le karşılaşan köylü bilir kendisinin Türk, beyinin ise Osmanlı olduğunu.
Böyle geniş zaman kipinde mesnetsiz atıp tutsam da kendine müzikten bir hayat örme isteğinin ağzımda, Türkiye özelinde bıraktığı tat aşağı yukarı böyle. Temelinde amorf bir kimlik algısının yattığı bin yıllık enayiler hiyerarşisinde kendi eş dostunu ‘geride bırakmak’ için kişinin Cort marka dandik bir gitara parmağının ucuyla değmesi dahi yeterli, anlatacak ufacık tefecik tek bir şeyi olması. İş güç, hava su haricinde bir şeyi. Bu durumun üzüntü veren bir tarafı olduğunu kabul ediyorum, ama buna yıllar boyu konu olmuş ve maruz kalmış biri olarak trajikomedik nitelikleri baskın çıkıyor benim için. Annemin sesi çok güzeldir. Evliliklerinin ilk yıllarında, iki kadeh içince az ısrarla Makber söyleyip masadaki herkesi ağlattığını anlatırdı babam. Tanık olmadım, olduysam da hayal meyal hatırlıyorum ya da hayal edip de hatırlıyor gibi yapıyorum. Ama biliyorum ki annem Makber söylediğini her yerde ve fırsatta anlatmıyor, kişiliğinin bir parçası, tuğlasıdır belki ama temel kolonu değil. Uzun süredir içmiyor annem ama kandırıp da iki yudumluk bira koyduğumuzda rica ediyoruz, yine söylemiyor. Canı istemiyor. Benim için, annemin annem olmaktan en uzaklaştığı, eğreti kimliklerin, bizi bir arada tutsun diye tesis edilmiş ama uhusu kuruyalı sittin sene olmuş kurumların üstüne çıktığı belki de yegane konu bu. Belki de annem de bunun farkında ve bu sınırı aşmak istemediği için söylemiyor Makber’i. Belki de canı istemiyor. Belki demeyeceğim tek bir şey var, o da annemin trajikomedik bir tarafı olmadığı.
Annemin hikayesini yazmak gibi bir cahil cüreti göstermekten ziyade, müzikle alakalı biri olmasına rağmen hiyerarşideki bir enayi olmamasına, yani aramızdaki farka dikkat çekmek niyetindeyim. Biri yılı aşkın bir süredir Kanada’da yaşıyorum. Tanıştığım insanlar arasından burada veya benzer sosyokültürel ayrıcalıkların mevcut olduğu ülkelerde doğup serpilmişler için müzik ve sair acayipliğin ne kadar uçucu, ne kadar herhangi bir şey olduğu hala şaşırtıyor beni. Bir enstrüman çalıyor, hatta bir grupta yer alıyor, hatta ve hatta aktif olarak müzik yapıyor olmak bırakın ilki, beşinci sohbette dahi dillendirilmeyebilecek, konu edilmeye değmeyecek bir gündelik, çöpü çıkarmak kadar normal ve alışıldık. Nesiller boyu refahın getirdiği erişim bolluğunun bir nimeti ve laneti bu olağanlık. Adını müziğin tapusuna daimi yazdırmış gibi görünen ülkelerin bu halini sorgulardım, detaylarda debelenmeye lüzum yokmuş. Sınıf kavramının suratıma tüm gücüyle attığı, okyanus aşırı tokadın şaklamasında duydum cevabı.
Çocukluk yıllarında keyif veren ve alkış toplatan bir meziyet, hayatın direksiyonunu kırma zamanlarından ilki geldiğinde bir onur nişanesine dönüşebiliyor belirli bazı İstanbullular için. Ben de bunu yaşadım, annemle burada ayrılıyoruz. Kentin öyle ya da böyle ithal edip pazarladığı kültür pratisyenliği ve bununla bir hayat kurma imkanı gözlerimi renksiz bir renge boyadı. Evdeki kırlentlere oklavayla vurup eğleniyordum ki lise civarında bir anda kendimden başka enayileri omuzlayarak geçmeye çalışırken uyandım. Ondan sonrası, sanki doğru adımları atar, doğru merdivenden düşersem gerçekleşecek, gerçek olacakmışım gibi hissetmekle geçti. Doğru adımları atmak için enerji, yakıt gerek. O yakıtı da farklı, başkası gibi hissetmekle, hiyerarşiden aşağı el sallamakla aldım. Bir süre sonra da yarışın kendisi meziyetin, marifetin, işin kendisini solladı zaten.
ABD’li merhum şef Anthony Bourdain’in ünlü itirafnamesi Kitchen Confidential’ı okurken, mutfağında çalışan Güney Amerikalı aşçılardan sık sık Kuzey Amerika yemek ve restoran sektörünün gizli kahramanları olarak bahsettiğini, kitabın bazı bölümlerini de onlara ithaf ettiğini fark ettim. Sonra da bu Ekvatorlu, Bolivyalı, Kolombiyalı aşçılardan hiçbirinin kendi hikayesini yazamayacağını, daha doğrusu okutamayacağını. Bir tokat sesinin yankısını duydum.
-
Görselde, aralarında Hafız Burhan’ın da bulunduğu bir orkestra fotoğraflanmış. Annemin Makber’deki tercihiyse Hamiyet Yüceses oldu hep.
Geoffrey Lewis’in aktarımıyla, Fahir İz mevzuu.
Okumalık
As Turkish As I Want To Be. Yukarıdaki vızlamalar aidiyet konusuyla ilgili. Bu konuyla ilgili yazılan çoğu şeyi dramatik, yüzeysel buluyorum. Gazeteci Sami Kent’in hikayesiyse öyle değil.
Bandcamp’in yayınladığı Japon kankyō ongaku, yani ‘doğa müziği’, hatta İngilizceden hareketle daha liberal bir çapraz çeviriyle ‘etraf müziği’ seçkisi, ilgimi hiç beklemediğim bir yerden çekti. Müziğin toplumsal konum ve işleviyle ilgili fikirlerinizi esnetmeye vesile olabilir.
Dinlediğim altı şey
Undoer – Survival Is a Myth EP. Ankara menşeli, cayır cayır kara metal. EP çıkalı üç sene olacak, Undoer’a yeni bir iş yaptırmak istiyorsanız acilen gönlünüzden kopan neyse vermeniz gerekiyor.
Chain Cult – Shallow Grave. Undoer vokalı Barış’ın pasıyla denk geldim. Komşudan kulak böceği kara/post-punk.
Taqbir - Victory Belongs To Those Who Fight For A Right Cause. “Dünyanın farklı yerlerinden gelen insanlar için ‘punk’ olmanın ne kadar zor olduğunu unutuyoruz bazen.” Ama Taqbir için hiç zor değilmiş gibi bu. Fas lehçesiyle dökülen sinir, stres ve yumruk üstüne yumruk dolu tüm heceler, projeyle ilgili her ama her şeyin cüreti, cesareti. Müthiş.
Darkthrone - Eternal Hails...... “Hate Cloak isn’t a throwback. It’s just… back.” Bu albümle ilgili söylenebilecek en iyi şey söylendi, daha fazla kritiğe gerek yok.
Starflyer 59 – Life in Bed. 2021’in en iyi single’larından.
Sugar – Copper Blue. Bir sound’un hepten kendisine ilham veren şarkılardan örülü bir albüm.