Albümk #5 – Alternatif Diye Bir Şey Yoktur – 271120

Bu sayının merkezi, Sıkı Dostlar kısmındaki Türkçe Pop ve alternatif müzik ikiliği tartışmasınca zaptedilmiş durumda. Albüm önerisinde bulunmaktansa güncelde ilgimi ve dikkatimi çeken ufak bir durumu bilgim yettiğince analiz etmeye çalıştım bu kısımda, katkı ve eleştirilere vesile olacağını umuyorum. Birkaç pop olmayan pop albümünden sonra direksiyonu yerliye kırıyor, Norveç’ten bir progresif rock önerisiyle kapatıyoruz.
Sıkı Dostlar
Bir önceki bültende Nazan Öncel’in Göç albümünden söz etmiş, Türkiye pop müziğine mesafeli ve/ya yabancı dinleyiciler için iyi bir giriş noktası olabileceğini, lafı hayli dolandırarak da olsa söylemiştim. Bu konu üzerine biraz daha durmakta fayda var, zira Göç’ü mevcut standartlarına ve kerteriz noktalarına çok da uyum göstermediği Türkçe Pop kategorisine bu kadar sorunsuzca dahil edebilmek için pop janrının Türkiyeli dinleyicideki karşılığına bakmak gerekiyor.
Neyse ki ne bu nispeten kısa bülten ne de onun pop konusunda hayli kısıtlı bir bilgi ve hadde sahip yazarı bu tartışma için gerekli niteliklere sahip. O yüzden şöyle bir yeniyetme kanı zinciriyle yetineyim: Türkiye’deki pop geleneği ve bu geleneğin özellikle son yirmibeş ila otuz yıldır izlediği seyir, çoğu Türkiyeli dinleyiciye pop müziğin piyasa elektroniği ve arabesk kombosuyla neredeyse özdeş hale geldiği, tuhaf bir lügat bahşeyledi ki ben de beynimin bir köşesinde taşıyorum bunu. Doksanlar kuşağından biri olarak, müzik dağarcığımdaki pop kelimesini Power Türk cingılından sonra çalabilecek şarkılarla sınırlayan bu lügatı berberler, okul servisleri, misafirlikler gibi bilumum özel/kamusal alanda içselleştirdikten sonra, Türkiye’nin darbe öncesi Hafif Batı Müziği kodlu pop geleneğiyle aramdaki halihazırda zayıf bağlantı da yok oldu, ta ki yakın zamanda aktif bir şekilde giriştiğim yeniden bağlantı çabalarına dek.
Bu çabalar sayesinde Türkiye müziğinin görünür tabakasını altmışlardan doksanlara kadar takip edip, tür, trend ve sanatçılar arasındaki tarihsel bağları kurmaya başladığımda da yukarıda tarif ettiğim lügatın iki kelimelik sınırı kendini iyiden iyiye belli etmeye başladı: bir yanda Kral TV sonrası Türkçe Pop, diğer yanda da ‘Alternatif’ (ya da işin içine siyasal farkındalık, sosyal adalet veya kentlerdeki müzik geleneğinin farklı köşelerinden esinlenmeler girince aldığı isimle ‘Özgün Müzik’). Türkçe Pop’un ‘pop’ janrı üzerine kurduğu kabız monopol tarafından tanımlanan ve terazinin diğer ucuna yerleştirilen Alternatif takısı, Kargo’dan Ezginin Günlüğü’ne, Yeni Türkü’den MFÖ’ye, Teoman’dan İncesaz’a, Haluk Levent’ten Duman’a, binbir türlü barışmazı yapıştırdı zaman içinde. Rock ve rap’ten hareketle, pop-alternatif ikiliğinden hem hariç hem de onunla eşzamanlı olarak var olan anaakım janrlar olduğu söylenebilir, ancak o zaman da Türkiye’de yapılmış en naif şarkı unvanını “Mavi” sayesinde ondokuz yıldır kimseye kaptırmayan ve Leonard Cohen şürekasından olduğunu kanıtlama yönündeki sonsuz çabalarıyla göz yaşartan Teoman’ın isminin önünde taşıdığı ve en azından anaakım nezdinde belki de hiçbir zaman atamayacağı sıfata bakmak gerekir. Arabeskin de Türkçe Pop tarafından soğurulduktan sonra yeraltına çekildiğini düşünürsek rap, bu anlamda tek istisna olarak ortaya çıkıyor.

Ayıp değil mi Harun Tekin?
Alternatif sıfatı, özellikle de kentli dinleyicinin müzik dağarcığını bu denli sınırlaması ve Türkiye’nin kendine has pop geleneğini darbe sonrası dönem boyunca devam ettiren tüm eser ve sanatçıları aynı harçta eritmesi nedeniyle hayli yıpratıcı bir etkiye sahip. Doksanlar pop müziğini post-Kral TV Türkçe Pop’tan ayırma kaygısı, ABD eksenli R&B, neo-soul, trap esinli yeni müzisyenlerin kendini Farklı Pop gibi bir çatı altında bulması da Türkçe Pop’un bu monopolünü kırmaya yönelik girişimler. Özellikle de Türkçe Pop kodamanlarının 2010 sonrası iyice ayyuka çıkan siyasi yükleri de hesaba katılınca, pop yelpazesinin farklı bir tarafında müzik yapanların kendilerini bu güruhtan uzak tutmaya çalışması anlaşılır
Bugünlerde Üçüncü Yeniler olarak adlandırılan gruplar liginin yükselişiyle beraber yeniden nükseden bu ‘alternatif’ ağrısını, bu vesileyle yeniden tartışmaya açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Erken ikibinler boyunca Türkçe Pop isminin tapusunu elinde sallayan Arabesk Pop’un anaakımlığı yavaş yavaş sona eriyor; pop yelpazesinin farklı tarafları hem Üçüncü Yeniler hem de trap dalgasıyla önplana geçmiş durumda. Bu, arabesk hissiyatının değil, bir janr olarak ’95 sonrası Arabesk Pop’un geriye çekildiği anlamına geliyor. Önplandaki bu yeni isimlerin darbe öncesi pop geleneği ve bunun darbe sonrasındaki devamıyla (örn. Göç) kurduğu daha organik bağlarını hesaba katarak bu durumdan memnun olduğumu söyleyebilirim.
Evde kayıt ve streaming teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla palazlanan bu akım, popun geniş bir yelpazede icra edilebilen bir üslup olduğunu, Türkiye’nin bu konuda uzun ve hayli çeşitli bir geleneğe sahip olduğunu umarım her daim hatırlar ve hatırlatır ki ikinci bir alternatifler dalgası yaşamayız.
-
Murat Meriç’in Türkiye yakın tarihini müzik üzerinden okuduğu ve sanırım bir kitaba evrilteceği ‘Kısa Türkiye Tarihi’ başlıklı yazı dizisi, yukarıdaki fikir ve kanaatler zincirini yazmama vesile oldu. Bu zincir içerisinde bir albüm önerisinde bulunmaktan kaçındım, ancak Meriç’in yazılarında zengin bir okuma ve dinleme kataloğu bulabilirsiniz.

Trashcan Sinatras'ın eski hali yukarıda, yeni halinin geçenlerde yayınladığı müthiş tekli fotoğrafa tıklayınca.
Benim için yeni ve Türkiye’nin bana işlediği pop anlayışını sorgulamama önayak olan başka bir şey: Kuzey Amerika ve Ada müziğine baktığımızda Türkiye’de kaçınılmaz bir şekilde ‘alternatif’ addedilecek şeylere pop takısı getirildiğini, yani pop müziğin bir janrdan ziyade bir üslup göstergesi olarak anıldığını fark ettim.
Türkiye’de yeşerme şansını daha yeni yeni bulabilen bağımsız müziğin pop tarafında iki güçlü eklem olan indie pop ve power pop ile haşır neşir olmaya başlamak, bu üslubun çeşitliliğini görmeme yardımcı oldu. Örneğin, İskoç grup Trashcan Sinatras’ın Weightlifting’i ve doksanların kıyıda köşede kalmış power pop işlerinden The Grays’in Ro Sham Bo albümü, geniş kitlelere mal olmuş ne de Türkiye bazında pop bir sese sahip işlerin ne derece pop olabileceğinin bir göstergesi. Argümanı fazlasıyla genişletmek pahasına da olsa Talk Talk’un The Colour of Spring’ine uyarlamak, hatta Laughing Stock’un bu pop estetiğinin yapıbozuma sokulmuş, sökülüp yeniden takılmamış bir hali olduğunu öne sürmek de mümkün (ama sürmeyeceğim).
Yeni & Gibi
Yukarda bahsini geçirdiğim Üçüncü Yenicilerin sessiz sedasızlarından addedilen Brek, geçtiğimiz günlerde Beyaz Dalga isimli yeni bir EP yayınladı. Müzik teknolojilerinin evin bir köşesine sığdığı bu zamanın bir yan etkisi olarak güzel yurdumuzda da baş gösteren elyaf işlevli ambiyans, arkaplan müzikçiliğinden, kendine biçtiği terzidikim estetik marifetiyle bir ila birkaç adım ayrılıyor Brek.

Boş havuzda bir Brek
ÖLÜPOP’ta beni iten dağınık, vurgusuz prodüksiyon seçimlerini trip-hopvari bir temiz ve diptenlikle ikame ettiği bu EP’de özellikle “Sessizliğin Kıyısında” ve “Kokular”daki beste tekniği ve sound anlayışı, yeni dalga müzisyenlerin belirli bir kesimine kerteriz teşkil edebilecek kalitede.
Lokal Palas
Hakan Tamar’ın Zorlu PSM sponsorluğunda hazırladığı Mod Sessions serisi, Türkiye bağımsız müzik sahnesinin bant tutmayan yaralarından olan ve pandemiyle beraber çözümü iyiden iyiye imkansızlaşan canlı performans sorunu için çok kaliteli ve erişilebilir bir alternatif olmuş. Tamar’ın yeraltı ortamlarının farklı derinliklerinden çıkarıp getirdiği isimler arasında şimdilik favorim olan performanslar Kes’e ve bir saatlik duraksız kara takılmacasıyla Korhan Futacı ve orkestrasına ait.
Benim için öne çıkan diğer iki isimse ülkenin çamur müzik diskografisine yaptığı nadide katkıyı canlı performansıyla da destekleyen Helak ve çantasından eksik etmediği tarumar olmuş pembe-eflatun deyimler sözlüğüyle abstrakt kafiyelerde fink atan Ağaçkakan oldu.
Yeri gelmişken, Ağaçkakan bandosunda prodüktörlük görevi gören MN4M neferi Emiladil’in bu sene yayınladığı enstrümantal tekliler şahane.
Önerdikleriniz
Motorpsycho’nun bu sene yayınladığından haberim yoktu, iyi ki oldu, çünkü aynı The Tower ve Here Be Monsters gibi, The All Is One da senenin sol yumruk sürprizlerinden biri oldu benim için. Motorpsycho’nun yirmi albümü geçkin diskografisinin çoğu üyesiyle tanışık değilim ama parçası oldukları progresif müzik geleneğinin şahsen en bayıldığım kısımları olan melodi ve armoniyi taşıdıkları seviyeler (ki bu albümdeki “The Magpie” bunu en iyi örneklerinden biri) ilham veriyor insana.

Motorpsycho, Nordik prog güzelleri
The All Is One süresi ve yapılandırılma şekli gereği kolay yenilir yutulur bir albüm değil ki progresif gediklileri dahi iki rekat Cressida açıp tüm tatlı melodi ihtiyaçlarını giderebilirler. Beni de saykedelik ve progresif ekseninde gidip gelen gruplardan iten şeylerden biri bu açıkçası, dinleyiciden talep edilen bu yatırımın sıklıkla karşılıksız çıkışı. The Tower, belki Häxan ile beraber, bu çıkmaza düşmeyen ender albümlerden olmuştu benim için. The All Is One için de aynısını umuyorum.
-
Tüm önerilerinizi Twitter’dan ya da bu bültene doğrudan bir e-posta cevabı göndererek ulaştırabilirsiniz.
Altıncı sayıda görüşmek üzere.
Don't miss what's next. Subscribe to Albümk: