Albümk logo

Albümk

Subscribe
Archives
November 13, 2020

Albümk #4 – Arkada Çalmasın – 131120

İki haftalık Albümk bültene hoşgeldiniz, ben Batu. Abone değilseniz, olmak için tık.


Gecikmeli selamlar. Yenme mevzuunu Ben Fero’ya devredip işime gücüme odaklandığım bu cehennemin üçüncü katıvari senenin, belki iyi değil de katlanılabilir tek tarafı iki boyutlu bir bolluk oldu: çıkan iyi albümler ve bunları dinlemek için boş zaman. Bu seferki Yeni & Gibi’de senenin en iyilerinden ikisi var. Lokal Palas da kilerinizdeki şiddet, tepki ve hüzün stoklarını muhtemel bir katastrofa karşı tazeler diye umuyorum.

Sıkı Dostlar’daysa şu var:

Sıkı Dostlar

Arkaplan müziği, daha doğrusu ‘arkada çalsın’ mantığı beni hep rahatsız eden bir şey oldu. Romantize etmek gibi olmasın ama olacak, müziğin etraftaki boş alanı görünmez bir şekilde doldurmak için tasarlanmış, oda parfümünden hallice bir araca indirgenmesini rahatça kabullenmemize neden oluyor bu kavram; bir yandan da sessizlikle olan sıkıntılı ilişkimizi açık ediyor. (Tam da bu konuyla ilgili bir deney olan ama popüler kültürce ümüğü sıkıldığı için kolektif temcit pilavımızdaki şehriye tanelerinden birine dönüşmüş “4’33”e makul bir şans verebilmek adına, Twenty Thousand Hertz podcast’inin eseri konu aldığı bölüme bakmanızı da öneririm.)

Dinleme eyleminin pasifliğini ekstremleştirerek bir anlamda sömüren bu mantık yalnızca biz şerefsiz, karaktersiz, sanat düşmanı dinleyicilerde yer etmiş değil, zira dinlemeyle yok saymayı aynı kefeye koyan birçok zombi müzik janrı da buradan türedi. Bu janrların asansör, lütfen hatta kalınız ve Starbucks sıfatlarını taşıyan yandalları insan kulağında kira vermeden yaşıyor, aktif dinleyici olmanın gerektirdiği yatırımı talep etmeyen bir ses alanını işgal ediyorlar. İşgal ediyorlar diyorum, çünkü aynı ses alanı içerisinde yer alan ve bu alanın sunabildiği olanakları ve geniş dinamiği su yüzüne çıkarabilen birçok eserin de arkaplan müziği olarak kodlanmasına sebebiyet veriyorlar. Bugünün sıkı dostları da bu dar alanda kısa paslaşabilenlerden seçildi.
Metheny, One Quiet Night kapağı

Hazırlanış mantığı ve tekniğine baktığımız zaman Pat Metheny’nin One Quiet Night’ı mobil ekran duvarkağıdı klişeliğinde melodramatik bir akşamın arkaplanını elyaf gibi doldurmak için ideal bir yapıt gibi görünüyor ki en dikkatli dinleyicinin dahi kendini albümün meditatif sakinliğinde kaybetmesi çok muhtemel. Ancak bir albümde kaybolmak ile o albümü arkaplanda kaybetmek arasında yatan fark, tek gitarlık bir orkestranın tek bir mikrofonun karşısına geçip tek bir gecede, o geceyle ilgili hissiyatı ifade edebilmesini sağlayacak ton, teknik ve cesarette yatıyor. Metheny’nin ustalıkla kurguladığı ve boyutlandırdığı, enstrüman ve icracı arasındaki ilişkiyi tüm yalınlığı ve renkliliğiyle yansıtan One Quiet Night, dikkatli dinleyiciye gerçekten sessizlik içinde geçirilecek bir gecenin geniş duygu spektrumunu sunan bir albüm. 

Gecenin fazlaca yekpare yapısında gizlice örülü tayfı görüp anlatabilme kabiliyetinden süzülüp türleşmiş noir yaklaşımın daha çok film bağlamında tartışılmasının nedenlerinden biri, yaklaşımı müzik bağlamına taşıyıp da arkaplanda basit bir eşlikçiden ötesi, hikayenin kendisi haline getirebilen eser ve sanatçı sayısının oldukça sınırlı olması. The Blue Nile bu seçkin grubun belki de en gizli saklı isimlerinden biri, özellikle de ikibinler için. Aralarındaki onbeş yıllık mesafeye rağmen birbirlerine eşlikçi albümler olarak görülebilecek Hats ve High, metropolün çok spesifik bir anında yaşanan tecrübenin bir albüm süresince ifadeleri.

Hats’in de bir ürünü olduğu 1980’ler Ada/Kuzey Amerika popüler müziğindeki ses karakteristiklerinin ne kadar geniş bir janr yelpazesine sirayet ettiğini görmek çok ilginç. Kayıt teknolojilerindeki değişimlere bağlı olarak özellikle davul ve sintlerin (synth’e bir ayar çektim, yargılamayın) büründüğü yeni ses aralığından 1980’ler boyunca çıkardığı bir dizi albümde yararlanan Rush’ın bir arkada çalsın grubu olduğunu iddia etmek çok mümkün değil. Ancak 1989 çıkışlı Presto, bir rock albümüne nazaran daha pürüzsüz, törpülü prodüksiyonu ve -özellikle de Rush’ın o dönemki diskografisi düşünüldüğünde- talepsiz beste anlayışıyla, kendisinden bir ay büyük Hats ile ilginç bir sound akrabalığı taşıyor. 

Presto’nun arkada çalsınlığı prodüksiyona bağlı seçimlerden gelirken, birçok farklı albüm de dinleyen kulaklara bağlı olarak düşebiliyor bu duruma. Bültenin ilk sayısına daha çok metal ve rock bazlı bir müzik altyapısından geldiğimi söyleyerek başlamıştım; benimle benzer altyapılara sahip çoğu dinleyicinin de kendisini enstrümantal olarak açıkça seçilebilir şekilde ortaya koymayan, gitar müziğiyle beste tekniği temelinde ayrışan janrlarda, önemli sayılan albümleri dahi arkaplanda kaybedebildiğini biliyorum. Bunun şarkıdaki referans noktalarını, bir yorum veya zevkin tutunacağı dalları kestirememekten kaynaklandığını düşünüyorum ki Nazan Öncel’in Göç albümü, bu sorundan mustarip birçok Türk dinleyici için bir çözüm sunabilir.

Yeni & Gibi

Imperial Triumphant, hilkatı gereği beş vuruşunun dördü karavana düşen avangart metal içerisinde kendine bir yön çizebilmiş ve bütün, manalı bir ifade şekli yakalayabilmiş ender gruplardan bir tanesi. İçinden çıktıkları şehrin işitsel bir yorumu olma mottosuyla yeni albümleri Alphaville’in dört başı mamur estetiği, özellikle de referans ağının genişliği hesaba katıldığında gerçekten etkileyici. 
Imperial Triumphant
Alphaville'in müthiş kapağının hikayesi için yukarıdaki üç yakışıklıdan herhangi birine tık

Avangardın bir yan cephesindeyse clipping.’in geçen seneki There Existed an Addiction to Blood’a yaptığı kardeş var, Visions of Bodies Being Burned. Her iki albümde de korku filmleri ve edebiyatıyla güncel sosyal meseleler arasında belirli bazı morluklara baş parmak basan, yara tuzlayan, kemiğe yakın kesikler atan tematik bir köprünün aman allahım nasıl da muazzam kurulduğunu artık nasılsa geçiyorum ve bu iki albümün de birer prodüksiyon harikası olarak tüm türleri çapraz kesecek bir beste ve ses tasarım müfredatının tam ortasında yapıştırılmasını şiddetli, çok şiddetli bir biçimde temenni ettiğimi belirtmek istiyorum. 

Alphaville ve Visions of Bodies Being Burned’ü kelimenin en tastamam anlamıyla iyi albümler yapan özellik, eser ve sanatçıyla ilgili, albüm isminden kapağına, şarkı sözlerinden sound seçimlerine, tüm faktörleri bir anlatı, bir ifade etrafında toplayabilen birer üsluba sahip olmaları. Müzisyen, eser ve dinleyiciden mürekkep yapının çimentosu olan üslubun zuhur etmeyerek yerini banalliğe bıraktığı albümlerin hatrımızdaki yeri de ancak kağıttan bir ev kadar olabiliyor.

Lokal Palas

Ne zaman ‘Türkçe iks müzik olur mu’ tartışmalarının bittiğini düşünsem, o bilinmeyeni dolduracak yeni bir türle ilgili yeni laklaklar duyuyorum. ‘Yaparsanız olur’ cevabıyla kutlu nihayetine ermesi beklenen bu tartışmalara ortam vermemek gerekiyor belki, ama dinleyicilerin kafasındaki çekinceleri de bir noktaya kadar anlayabiliyorum zira yeniyle her karşılaşma bir direnci de beraberinde getirir. ria’nın yeni EP’si Crevez, Chiens, Si Vous N’êtes Pas Contents! sayesinde farkında olmadığım şahsi direnç noktalarından birkaçını daha yıktım.
ria'nın yayınladığı ne varsa umarsızca satın almak için yukarıdaki fotoğrafa tık.

EP’nin başarısı Türkçe dilinde iyi bir post-hardcore işi olmasında yatıyor, ama bunu biraz açmam gerek. Enstrümantal olmayan müzikte kullanılan dili soyutlayıp da enstrümanlardan ayrı bir faktör olarak ele almak, müziğin kendini oluşturan bileşenlerin ardışık toplanmasıyla açıklamayacak bir fenomen olmasına aykırı düşen, tam anlamıyla gerçeküstü bir yaklaşım. Buradan hareketle, değişen dilin müziği de değiştirdiğini kabul etmemiz gerek. Farklı bir dil, müziğin içine farklı bir tecrübe dünyası enjekte eder; dinleyici, oluşan bu yeni tecrübe formülasyonuyla bağ kurabildiği ölçüde eseri anlamlandırır, değiştirir. ria’dan yükselen ‘ele geçirdiler’ çığlıklarının bir Türkiyeli dinleyici olarak şahsi tecrübe dünyamda bulduğu karşılık, EP’yi senenin en iyi işleri arasına koymaya yetiyor.

Önerdikleriniz

Bu sayıdaki öneriler bölümünü dolaylı bir şekilde kullanıp, duyuru panosuna dönüştürmeye karar verdim.
AOTET'i Apple Podcasts üzerinden dinlemek için yukarıdaki görsele tık.

Zamanında Açık Radyo’da sunduğu Grounded programıyla tanıdığım Duygu Ateş’in yeni podcast’i All Our Tomorrows End Today geçen hafta itibariyle başladı. Keşifçilik gemisini post-hardcore ve screamo türlerinin üşendiğiniz sularında gezdiren programın ilk bölümünden favorilerim Sarracenia ve Brahm oldu. Abone olun, ev sakinlerine helikopter tekmesi atıp özür dileyin.
 

Tüm önerilerinizi Twitter’dan ya da bu bültene doğrudan bir e-posta cevabı göndererek ulaştırabilirsiniz.

Beşinci sayıda görüşmek üzere.
Don't miss what's next. Subscribe to Albümk:
This email brought to you by Buttondown, the easiest way to start and grow your newsletter.