Albümk #11 – Nostalji - 6921
Doksanlar ve erken ikibinler Türkiyesi eğlence ve popüler kültürünün öncüleri, iştirakçileri, güncel bayraktarları ve sair şüreka, bu kültürün daim olamayan devrini en azından bir sıkım daha devam ettirebilmek için hepten çadır toplayıp YouTube ovasına taşındı, bir süredir de oranın suyuna ve sabununa dokunmamaya çalışıyorlar.
Yanlış anlaşılmasın, bunları ve bavullarındaki tüm cahillikleri, yanlışlıkları, falsoları güncelin çölüne tercih ederim. Temsil ettikleri şeye de kıyıdan köşeden beslediğim, akademik nitelikli değil de yine eğlenme, keyiflenme güdümlü bir merakım var. Bu eğlence ve keyif güdümünü sorgulamak gerek.
Az önce, yukarıda tarif etmeye çalıştığım profilin avatarı Armağan Çağlayan ve ekibince hazırlanan ‘Uçuk Kaçık Masallar’ serisinin, Ahmet San’ın İstanbullu tüm zenginleri diskoya götürdüğü 1993 Yazı boyunca gerçekleşen konser ve organizasyon orjisinin anlatıldığı bölümünü izledim. Çağlayan’ın Mehmet Ali Birand ekolünden çıkma prompter performansına dahi kurban gitmeyecek kadar iyi bir araştırma ve düzenlemeye sahip bir iş, ayrıca eğlenceli de, yani asli amacını yerine getiriyor. Ama videonun çok da alt olmayan alt tonundaki çuvaldız, böyle bir dönemin mevcut şartlar altında geri gelmesinin mümkün olmadığını ima ederken, bir yandan da dönemi ister istemez mitleştiriyor, zaten adı üstünde, masallaştırıyor. İyimser bir yaklaşım takınırsam, bu videonun, ait olduğu serinin ve hatta tüm kanalın misyonlarından biri, izleyicilerini Türkiye’nin yakın geçmişindeki kültürel yapı hakkında bilgilendirmek, hakim iktidarın bilfiil unutturmaya ve yeniden yazmaya çalıştığı dönemlerin vakanüvisliğini yapmak olarak tespit edilebilir. Ancak alınan sonuç bu değil. Zira videoların altına gelen izleyici yorumlarına, hatta izledikten sonra kendi ağzımda kalan tada bakılırsa, ‘kaybolup gidenler’ için tutulan Z raporlarına bakarak döktüğümüz nafile gözyaşlarının koftiden katarsisinde kalakalıyoruz. Masala dönüştürülen bir geçmişe düzülen methiyeler, yani nostalji, buradaki eğlencenin yakıtı haline geliyor.
Türkiye’de doksanlar sonrası eğlence ve eğlendirme esasının günlük kaygıları unutturmak olduğu iddiasıyla devam edersem, kendini alternatif bir konuma oturmanın yarı haklı yarı eh yani hmm çabasındaki bu çevrimiçi girişimler, bu ve birçok farklı anlamda Şahane Pazar ile aynı sepete giriyorlar. Şahane Pazar döneminin metodu aptallık ve oyunken, bu döneminkiyse nostalji, sigara yaktırmak. Kaygıları ikame eden şeyse yine eğlence, sadece güldüreninden değil. Ne var ki, ‘Uçuk Kaçık Masallar’ gibi arşivcilik denemelerinin, Türkiye’nin sosyal ve siyasal tarihine sapına kadar ait konuları böyle değilmiş de bu tarihe teğet geçiyormuş gibi işlemesi, kaybına ağıtlar yakılan dönemlerin bir sosyopolitik eksen kaymasına değil de sanki bir doğa olayına kurban gittiği izlenimini veriyor. Bakın ne güzellikler vardı, hepsini geldi yel aldı.
O günleri yelin değil, bu girişimlerin siyasetsiz muhalifi oldukları siyasi iktidarın aldığını hepimiz biliyoruz ki hepimiz profesyonel eğlence tüketicileriyiz ve Armağan Çağlayan’dan bir Fikret Başkaya çıkartma rüyasını da görmüyoruz. En azından benim böyle bir talebim dahi yok. Ancak Türkiye’deki eğlencenin dahi, siyasal muhalefette bu aralar sık sık bipleyen zehirli, felç edici bir nostalji tarafından ablukaya alındığını düşünüyorum. Çağlayan’ın (ya da popüler kültür arşivciliği ya da hikayeciliği konusunda YouTube üzerinde üretim ve paylaşım yapan diğer kimi kimsenin) böyle bir şeye niyet ettiğini iddia edemem, çünkü popüler kültür eğlendirmek için çağın geçer akçelerini kullanır hep. Ama Şahane Pazar ya da Zaga izlerken efkarlanıp ah vah eden var mıydı ki?
-
Bu nostalji mevzuunun müzik üretimini de etkilediğini sanıyorum. İlerideki bir bültende o konuda da bir şeyler zırvalayacağım, yoksa ayıp olur.
Okumalık
Ülkenin eğlence tarihiyle ilgilenenlerin kaçırmaması gereken bir yazı, Yavrunun Gecesi.
Eğlence konusunun bu aralar aklıma takılmış olmasının sebebi Neil Postman’ın Amusing Ourselves to Death eseri. Bu konuya kendimce bakarken kullandığım kavramsal arkaplanın neredeyse tümünü bu esere borçluyum. Türkçe çevirisini önermiyorum.
Dinlediğim Üç Albüm
Rodrigo Amarante – Drama. Yabancı kaldığım birçok müzik türünün aranjman ve şarkı yazımı konusunda ne denli eşsiz olabileceğini öğrendim bu albüm sayesinde. Bu yılki favorilerimden.
Ulver – Hexahedron – Live at Henie Onstad Kunstsenter. Ulver’in arkaplan müziği olmaya en çok yaklaştığı dönemlerden birindeyiz, şikayetçi değilim. Ayrıca Bandcamp uygulamasında gezerken gözümün önünde yayınladılar albümü, bunda özel bir taraf bulmam lazmmış gibi hissediyorum ama muhtemelen yok öyle bir taraf.
Arooj Aftab – Vulture Prince. Müzikal olarak talepkar, tematik olarak da yüklü, çekimi olan bir albüm. ‘Mohabbat’ ile başlayın.